İçeriğe geç

1980’lerden itibaren ekonomik alanda liberalleşme adına neler yapılmıştır ?

1980’lerden Sonra Ekonomik Liberalleşme: Ne Kazandık, Ne Kaybettik?

1980’ler, Türkiye’nin ekonomik dönüşümünde önemli bir dönüm noktasıydı. Bu dönemde, piyasaların “özgürleşmesi” adına atılan adımlar sadece ekonomiyi değil, toplumsal yapıyı da köklü bir şekilde değiştirdi. Ama gelin, bu liberalleşme çılgınlığını biraz sorgulayalım: Ekonomik açıdan ne kazandık, ne kaybettik? Belki de “özgürleşen” piyasalarda özgürleşen tek şey kar eden büyük şirketlerdi.

Ekonomik Liberalleşme: Nereden Nereye?

1980’lerde Turgut Özal’ın liderliğinde başlatılan ekonomik reformlarla, Türkiye’nin ekonomik yapısı ciddi bir değişime uğradı. Devletin ekonomideki rolü azaltıldı, serbest piyasa ekonomisi güçlendirildi. Özel sektöre yönelme teşvik edildi, özelleştirmeler hız kazandı. Kısacası, devletin ekonomiye müdahalesi giderek azaldı ve yabancı yatırımların önündeki engeller kaldırıldı. Peki, bu durum gerçekten halk için bir iyileşme sağladı mı?

Kazançlar: Ekonomik Büyüme ve Dış Yatırımlar

Liberalleşmenin ilk bakışta getirdiği en büyük kazanç, ekonomik büyümeydi. Özal’ın “küreselleşme” fikri, Türkiye’yi dünya ekonomisine entegre etmeyi vaat ediyordu. Özel sektör, bir yandan ekonomiyi dönüştürürken, bir yandan da dış yatırımlar çekmeye başladı. Çeşitli sektörler, küresel rekabette yer edinmeye başladı ve birçok Türk firması büyük bir hızla büyüdü.

Bunun yanı sıra, özellikle bankacılık ve telekomünikasyon gibi sektörlerde hızlı bir gelişim gözlemlendi. Yabancı sermaye ülkeye akmaya başladı. Tüm bunlar, elbette Türkiye’yi ekonomik olarak güçlendirdi, ama ne kadarını halk hissetti? Yoksa bu büyüme, sadece belirli kesimlerin cebine mi gitti?

Zayıf Yanlar: Sosyal Eşitsizlik ve Sınıf Ayrımı

Liberalleşmenin diğer yüzü daha az parlak. Serbest piyasa ekonomisinin devreye girmesiyle birlikte, devletin ekonomiye müdahale etmemesi, eşitsizlikleri derinleştirdi. Büyük şirketler hızla büyürken, küçük işletmeler ve dar gelirli kesimler bu büyümeden pay alamadı. Sonuç olarak, zengin ile fakir arasındaki uçurum büyüdü.

Evet, büyük şirketler kârlıydı, ama bu kâr, işçilerine yapılan düşük maaşlar ve ağır çalışma koşullarıyla elde ediliyordu. Ayrıca, devletin elinde bulunan birçok stratejik sektörün özelleştirilmesiyle, kamu servisi yerine kar amacı gütmeye dayalı bir sistem ön plana çıktı. Bu da hizmetlerin kalitesini ve erişilebilirliğini düşürdü. Özel sektöre kaybedilen alan, halkın cebinden çıkarıldı.

Ekonomik Özgürlük: Gerçekten Özgürleştiriyor mu?

Liberalleşme, özgürleşmenin bir yolu olarak sunuldu ama pratikte, bu özgürlük büyük bir kısmı için bir illüzyondan ibaret. Piyasalar özgürleşirken, devlete bağımlı olan küçük işletmeler ve halk, daha fazla borçla, daha fazla enflasyonla yüzleşti. Araba almak, ev sahibi olmak bir hayal olmaya başladı. İnsanlar, özgürlüklerini kaybetmiş gibi hissetti. Ya da özgürlük, sadece parası olanların hakkıydı.

Ve bir soru: Özgürlük dediğimiz şey, gerçekten hepimize ait mi? Ya da sadece güçlü olanların “özgürleşmesi” mi sağlandı? Gerçekten özgürleşebildiğimiz bir ekonomi var mı?

Ne Öğrendik?

1980’lerden sonra ekonomik liberalleşme, bir bakıma Türkiye’nin ekonomik gelişiminde önemli adımlar atılmasına olanak tanıdı. Ancak bu dönüşüm, çoğunluk için fayda sağlamadığı gibi, toplumdaki gelir dağılımını bozan bir etki yarattı. Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye hâlâ yüksek dış borç, döviz kuru oynaklıkları ve sosyal eşitsizliklerle mücadele ediyor.

O yüzden, bu ekonomik sistemin ne kadar verimli olduğu sorusunu bir kez daha sormak gerek. Büyüyen ekonominin sonunda kim kazanıyor, kim kaybediyor? Gelişmiş piyasalardan sonra geriye kalanlar, sadece birkaç büyük şirket mi? Bunu tartışmak gerek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort deneme bonusu veren siteler 2025
Sitemap
vdcasinogir.netsplash